EBÛ EYYÛB el-ENSÂRÎ HAKKINDA BAZI MALUMATLAR

NAZAR ETDİĞİNiZ BU ARAŞTIRMALAR BUGÜNLERDE EYYUB SULTAN HAZRETLERİNİ ZİYARET ETME NİYETİNDE OLDUĞUM İÇÜN HASIL OLMUŞDUR.

Hazrec kabilesinin Neccâroğulları kolundandır. Hicretten iki yıl kadar önce hanımı Ümmü Eyyûb ile birlikte müslüman oldu ve ensardan İslâmiyet’i ilk kabul edenler arasında yer aldı. Nübüvvetin 13. yılında yapılan İkinci Akabe Biatı’nda bulundu (622). Hicretten sonra Resûl-i Ekrem onunla, ileri gelen sahâbîlerden Mus‘ab b. Umeyr arasında kardeşlik bağı (muâhât) kurdu.  

 

Resûl-i Ekrem Medine’ye hicret edince Medineli müslümanların her biri onu evinde misafir etmek istedi. Ancak Hz. Peygamber, bir tercih yaparak onları gücendirmemek için devesinin çökeceği yere en yakın eve misafir olacağını söyledi. Kendisini taşıyan devenin önce bir yere çöktüğü, buradan hemen kalkıp biraz ileride tekrar çöktüğü görüldü. Resûlullah oraya en yakın olan ve dedesi Abdülmuttalib’in annesi tarafından kendisine yakınlığı da bulunan Ebû Eyyûb’un evine yerleşerek burada yedi ay misafir kaldı. Bundan dolayı Ebû Eyyûb “Mihmandâr-ı Nebî” unvanıyla anılır.(1) 

•Bir gün Ebû Eyyûb’u Resûl-i Ekrem’in kabrine başını dayamış olduğu halde ağlarken gören Mervân bu hareketinin sünnete aykırı olduğunu söyleyince Ebû Eyyûb, “Ben bu mezar taşına değil Resûlullah’a geldim. Onun, ‘din işlerini ehliyetli kimseler üstlendiği zaman kaygılanmayın; ancak ehil olmayanlar başa geçince ne kadar ağlasanız yeridir’ dediğini duymuştum” 

•Hayber gazâsından dönerken, Ebû Eyyûb hazretleri gece Resûlullah efendimizin çadırını beklemişti. Bunu gören Resûlullah efendimiz, onun için şöyle d etti: 
‘’Allah’ım beni muhafaza eden ebu Eyyüb’ü sen de muhafaza et.’’ 

•Ebû Eyyûb-i Ensârî hazretleri şöyle anlatır: 

“Bir defasında Resûlullah efendimiz ile Hazret-i Ebû Bekir’e yetecek kadar yemek hazırlayıp, huzurlarına götürdüm. Resûlullah efendimiz buyurdular ki: 

- Ebâ Eyyûb! Ensârın ileri gelenlerinden otuz kişiyi da’vet et! 

 Ben yemeğin azlığını düşünürken tekrar buyurdular: 

- Ebâ Eyyûb! Ensârın ileri gelenlerinden otuz kişiyi da’vet et! 

 Altmış kişiyi da'vet et! 

Binlerce düşünce ile Ensârdan otuz kişiyi da’vet ettim, geldiler. O yemekten yediler, doydular. Bir mu’cize olduğunu anlayıp, îmânları kuvvetlendi ve bir daha bî’at edip gittiler. Sonra Resûlullah tekrar buyurdular: 

- Altmış kişi da’vet et! 

Ben mu’cize olarak yemeğin azalmadığını gördüğümden, daha ziyâde sevinerek, altmış kişiyi Resûlullahın huzuruna da’vet ettim. Geldiler, o yemeklerden yediler. Hepsi Resûlullahın mu’cizesini tasdîk ederek döndüler. Ardından tekrar buyurdular: 

- Ensârdan doksan kişi çağır! 

Çağırdım, geldiler. Resûlullahın emri üzerine onar onar o sofraya oturup yediler. Hepsi de bu büyük mu’cizeyi görüp, gittiler. Yemek ise benim götürdüğüm gibi, sanki hiç el sürülmemiş gibi duruyordu.”(2) 

•Kim bir müminin aybını setrederse Allah da onun aybını setreder hadisini doğrulatmak için hadisi bizzat Hz. Peygamber’den duyan sahâbî Ukbe b. Âmir’den öğrenmek üzere Medine’den Mısır’a kadar gitmesi, sonraki yüzyıllarda ilim tahsilinin en önemli unsurlarından biri haline gelen yolculukların (rihle) belki de ilk örneğidir. 

Sağlıklı olan herkesin Allah yolunda savaşa katılması gerektiğine inanan Ebû Eyyûb el-Ensârî, “Kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayınız” (el-Bakara 2/195) meâlindeki âyette sözü edilen tehlikeyi savaşa gitmeyip işiyle gücüyle meşgul olmak şeklinde açıklardı. Bu sebeple ihtiyarlık döneminde bile her yıl bir savaşta bulunmaya gayret etti. Katıldığı seferlerin sonuncusu müslümanların ilk İstanbul kuşatması oldu. Onun bu kuşatmadan bir yıl sonra (49/669) gönderilen Yezîd b. Muâviye kumandasındaki takviye birliğin içinde bulunduğu da rivayet edilmektedir 

Hicretten 52 yıl sonra, İstanbul üzerine; İslâm seferi açıldı. Mısır’dan, Şam’dan, Arabistan’ın her yerinden; ayrı ordular geldi. Çünkü, Resûl-i ekrem efendimiz buyurmuşlardı ki: 
(İstanbul elbette fetholunacaktır! Onu fetheden emîr, ne güzel emîr; fetheden asker, ne güzel askerdir.) 

 
İşte bu methedilen, övülen askerler arasına katılmak arzûsuyla Müslümanlar, akın akın İstanbul fethine koştular. O sırada, Hazret-i Ebû Eyyûb rahatsızdı. Fakat cihâd haberlerini duyduğunda, heyecanla doğruldu. Hele İstanbul gazâsını işitince, gözleri parladı. Hazırlıklara başladı. Yakınları dediler ki: 
- Ebâ Eyyûb! 70 yaşını geçtin. Üstelik hastasın. Bu sefer ise, uzun ve tehlikelidir. 
 
Hazret-i Eyyûb’un cevabı tereddütsüz ve kesin oldu: 
- Cihâd ve gazâyı terketmek, daha tehlikelidir. 

Kalın surlar dibinde Ebû Eyyûb hazretleri, vefât etmek üzeredir. Güçlükle konuşmaktadır: 
- Mücâhidlere selâm söyleyiniz. Onlara Resûl-i Kibriya Efendimizden duyduğum şu mübârek sözleri bildiriniz: “Her kim, Allaha şerîk koşmadan, rûhunu teslim ederse; cenâbı Hak da onu, Cennetine koyar.” 
Etrafındaki gâzi ve askerler, gizli gizli ağlıyorlardı. Son bir gayretle şunları fısıldadı: 
- Sizlere vasiyetim olsun: 
Öldükten sonra cesedimi, burada bırakmayın! Gâzilerin girebildikleri, en uzak yere götürün! Bizans topraklarının, İstanbul’a en yakın noktasına defnedin. Zîrâ Peygamber efendimiz; “Kostantiniyye’de kalenin yanında bir racül-i sâlih defnolunacaktır” buyurmuştu. 
Ertesi gün büyük Sahâbî, şehâdet kelimeleri arasında temiz rûhunu, yüce Allaha teslim etti. Cenaze namazını Yezîd b. Muâviye kıldırdı. Vasiyeti üzerine bir askerî birlik tarafından surlara yakın bir yere götürülerek oraya defnedildi. Durumu öğrenen Bizans imparatorunun kuşatma kalktıktan sonra onu kabrinden çıkarıp vahşi hayvanlara yedireceğini söylediği, fakat İslâm ordusu kumandanı tarafından gönderilen cevapta, böyle bir şey yapıldığı takdirde İslâm ülkesinde yaşayan hıristiyanların ve kiliselerin zarar göreceği bildirilince kabre dokunmayacaklarına dair teminat verdiği nakledilmektedir. 

Bizanslılar tarafından bile mukaddes bilinen kabr-i şerîfi, 800 yıldan fazla gizli kaldı. ki İstanbul, Müslüman Türklerce fethedilene kadar. 

‘’Fetih oldu. Şimdi herkesin en büyük merakı «Resulün sancaktarı» büyük sahiibenin nerede gömülü olduğunu bilmektir. Akşemseddin yeni bir istihareye yatar. Herşey rüyada kendine ayan beyan görünmüştü : Filan yerde toprağın derinliğinde, «Ebu Eyyüb’ün kabri burası» manasına gelen İbranice yazılı kitabe bulundu. Bu keşif büyük fetihle çalkantılı ruhlara yeni bir vecid şehrayini olmuştu.’’ 

Bugünkü gibi, Haliç ucundaki tepede, nûr şeklinde tecellî etti. Akşemseddîn tarafından kabri tesbit edildiğinde, Fetihler Babası Gazi Mehmed Hân buyurdu: 
- Câmi ve türbesi, hemen yapıla! Cümle Müslümanlar beş vakit, İstanbul’un ma’nevî fâtihine duâ edeler!  
Yapılan Eyyûb Sultan Câmiine 1723’te iki minâre ilâve edildi ve 1800 senesinde üçüncü Selim Hân tarafından yeniden yaptırıldı. İlk Cum’a namazında Sultan da bulundu. 

Ebû Eyyûb’un kabrinin sonraları bir bina içine alındığı, kıtlık zamanında kabrini ziyarete gelen hıristiyanların onun hürmetine yağmur istediği ve asırlar boyunca bu kabrin itina ile korunduğu söylenmekte, bazı seyyahların verdiği bilgiler de bu rivayetleri doğrulamaktadır. 

Osmanlı padişahlarının tahta cülûsunda kılıç kuşanma merasimleri, şeyhülislâm ve bilhassa nakîbüleşrafın da bulunduğu bir törenle Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin türbesi önünde yapılırdı. 

Ebû Eyyûb’un rivayet ettiği hadislerden kırk tanesinin şair Bâkî tarafından Türkçe’ye tercüme edildiği bilinmekle beraber bugüne kadar eserin herhangi bir nüshasına rastlanmamıştır. 

Ebû Eyyûb hazretlerinin bildirdiği bir Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: 
(Kıyâmet günü Eshâbımdan herbiri, kabirlerinden kalkarken, vefât ettiği memleketin bütün mü’minlerinin önüne düşerek ve onlara nûr ve ışık saçarak, onları Arasat meydanına götürür.) 

Bir başka rivayeti de şudur: 

“Bir adam Re­sû­lul­lah’a gelerek, ‘ Re­sû­lal­lah, bana veciz şekilde nasihat eder misin?’ dedi. Bunun üzerine Re­sû­lul­lah (a.s.m.), nasihat isteyen o adama şöyle dedi: ‘Namazını kıldığın zaman, sanki dünyaya veda ediyormuşsun gibi ol, yarın özür dileyeceğin bir sözü söyleme, insanların elindekinden ümidini kes…’’ 

Onun şu tavsiyesi de ilim öğrenmek isteyenlere hâlâ yol gösteren sözlerinden biridir: “Kim ilminin artmasını, hilminin (hoşgörü, yumuşak huyluluk ve ağırbaşlılık) gelişmesini isterse, kendi çevresindekilerle yetinmeyip yeni kişilerle tanışsın ve onlarla oturup kalksın. 

‘’Bu şahsiyetin ehemmiyetine bakmalı ki onun ölümüne dair Türkler arasındaki çeşidli rivayetleri 16. asra mensup Alman alimlerinden Loewenklau bir kitap halinde topladı.’’(3) 

Yorumlar

  1. Namazını kıldığın zaman, sanki dünyaya veda ediyormuşsun gibi ol, yarın özür dileyeceğin bir sözü söyleme, insanların elindekinden ümidini kes…’’ bu cümleler mükemmeldi hayat felsefesi gibi

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Divaneliğin ve Amacın Açıklanmasına Dair