Divaneliğin ve Amacın Açıklanmasına Dair

  

 Sevgili okuyucu, sizi soluklanmaya davet etmiştim. Bu uzun süren soluklanmanın ardından işte soruların cevabı. Keyifli okumalar.

Bu blogu açma sebebim aynı zamanda hayatta kalma sebebimdi. Bütün varoluşsal buhranlar ve modern çıkmazlar içerisinden beni çekip çıkaran tek şey bağ-ı dehrin bir yerinde bu dünyadan geçmiş, zulmetten nura ulaşmış, kurtuluşa ermiş, bu dünyanın dayatmalarından kurtulup kendini ilmin, sanatın, musikinin ve bence hepsini bünyesinde barındıran, bu dünyadaki en yüksek durum olan tasavvufun huzurlu sahillerine atıp soluk alabilmiş yüksek şahsiyetlerin izini sürmek, hikayelerine tanık olmak. Evet, beni kurtaran onların önce Allah ile sonra dünya ile kurdukları ilişkiler oldu. 

Şule Gürbüz bir röportajında ''Benim en büyük hünerim odaklanmak. Ben benim benim kadar odaklanabileni hiç görmedim.'' diyor. Benim hünerim de yaşantıları araştırmak ve onlara kıymet vermektir. Her şeyle yeni tanıştığım ilk gençlik yaşlarımda bile daima yaşantıların peşinden gider idim. Bunun sebebi üzerine düşündüğümde elimde birkaç tane sebep oluyor. Birincisi: Kendi yaşantımdan, bulunduğum mekan ve ahvalden hiçbir zaman memnun olmadım ve daima onlardan sıyrılmaya çalıştım. Bu sıyrılmayı belki de onların hayatlarına kaçarak biraz olsun başardım. Kendi hayatımda kurtuluşu bir türlü bulamazdım ve bulacak gibi bir gidişat da göremezdim. Ama hayatında kurtuluşun ve rahmanın kapılarının açıldığı zatlar vardı ve anlattıkları gerçekti. Onların hikayeleri bana güç ve ümit veren ve bir gün kapıların bana da açılacağına inandıran tek şeydi.

 Zannedersem ikinci sebep meşrep etkisidir. Bilmediğim ve yeni öğrendiğim her şeyi kuvvetli bir şevkle araştırmak isterim. Kimi insana zor gelecek olan bu eylem bana müthiş bir şevk verir. Bir ortamda anlamı bilinmeyen bir kelimeden söz ediliyorsa, kısa bir süre içinde ben o kelimeye bakmış olurum. Yahut bi konu araştırılacaksa en detaylı haliyle araştırmış olurum. Bu işin bana verdiği zevki tarif dahi edemem. Mesela çok iyi bir eser okuyucusu olduğumu iddia edemem. Zaten büyük bir keyif de vermez bana. Bu menfi durum düzeltilmeye muhtaçtır. Ama işte belki de yegane müsbet yönüm budur. İz sürmek ve yılmadan peşinden gitmek. Kıymetli şeyhim ''tasavvuf iz sürmektir.'' der. Tasavvufi yaşantıda da, ilmi yaşantıda da beni harekete geçiren hep bu oldu.

Ve sonra geçen yıl, ilmi yaşantısına ve bakışına güvendiğim bir tefsir hocamız arkadaşıma, yaptığı araştırmaları yazıp dosya halinde kendisine getirmesini söyledi. Arkadaşım araştırmayı yaptı, dosyaladı götürdü. Hoca da onları alıp hiçbir şey yapmadı. Çünkü onların hepsi hocanın zaten bildikleri şeylerdi. Amacı arkadaşıma kapsamlıca araştırma yapmayı ve iyi bir kompozisyon oluşturmayı, bir hocaya bir çalışma sunmayı öğretmekti. O günden beridir araştırmalarımda bunu bir yöntem olarak kullanmak aklıma mıh gibi işlenmişti. Ve sonra okulda arkadaşlarımla dergi çıkarınca da yazılan şeyin bir okuyucuya ulaşacak olmasının, karşıda bir muhatap olduğu düşüncesinin araştırmaya ve yazıya daha rakik bir şevk kattığını fark ettim. O dergiye adım attığımız an ben de bu blogu açtım ve sonunda kısmet oldu da bugün bu yazıyı yazabildim. 

Yolda keşfedeceklerimle değişmesi muhtemel olmakla birlikte el an bu blogda yapmayı düşlediklerim bu şekildedir.










Yorumlar

  1. Bayağıda merakli bir kişiliğe sahip olmanız gerek öyleyse. Keyifle okudum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

EBÛ EYYÛB el-ENSÂRÎ HAKKINDA BAZI MALUMATLAR